Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Fotoğraflar

Fotoğraflar

22 Ocak 2016 Cuma

KADIKÖY 'ÜN UFKUNDAKİ YALNIZ VE ISSIZ ADALAR



Hayırsız adalar …....  Yassı Ada ve Sivri Ada


Moda 'dan Marmaraya bakış 



Marmara denizinde prens adalarından önce Kadıköy açıklarında iki ada var yan yana 

“ Yassıada “ ve “ Sivriada” .............Bu adalar her zaman Kadıköy ‘ün silüetinde görülür . 

Kadıköy ‘ ün İnci Burnu ‘ndan , Mühürdar ‘dan , Moda ‘dan , Fenerbahçe ‘den Marmara ‘ya baktığımızda hep ufkumuzda onlar vardır…

İstanbul ‘un Marmara denizinde Anadolu yakası kıyılarına yakın adalar gurubunun en yalnız ve en talihsiz ıssız adaları……

Prens Adaları , İstanbul Adaları ya da Kızıl Adalar denilen adalar gurubunun ( 9 ada ) bir parçası olan bu iki ada diğer adalardan biraz ayrı durmaktadır.







Prens adalarına antik dönemde Dimonisi veya Demonisi (Cin Adaları) denmiş , Aristotales ise bu adalara “ Halkedon” (Kadıköy) Adaları demiştir.



Ben de her nedense bu adaları çocukluğumdan beri Kadıköy 'ün adaları olarak görürüm !


İnci Burnundan Marmara 'ya bakış....

Kadıköy ‘den Marmara denizine ve adalara doğru her baktığımızda ufkumuza , kameramızın görüş alanına giren bu iki adanın görüntüsü bende çocukluğumdan beri bir hüzün , bir merak duygusu uyandırmıştır .

Onlar hep diğer ada kardeşlerinden ayrı durmuş ayrı tutulmuşlardır…..



Benim çocukluğumda ( 1960 ve sonrası ) sivri ada 'dan “eşek adası” ve “köpek adası” diye bahsedilirdi….

Yassıada‘ya ise “ hayırsız ada “ denirdi…..Ben de o şekilde bellemiş ve de kullanmıştım bu adaların isimlerini…

Tabii adaların sonraları resmi adları öğrenildi ama benim için hep hayırsız adalar olarak yer etti isimleri…Kendileri hayırsız değil de onlara hayırsızca davranılmış gibiydi aslında !

Evet bu yalnız ve hüzünlü adaları şöyle bir tanıyalım;


Hayırsız Adalar : 
Sivri ada ve Yassı ada, içinde bulundukları takımadalarda bulunan diğer adaların batısında , Boğaziçi girişinin 16 ile 17 km. güneyinde ve Asya kıyılarının 15 km. açığında kalmaktadır.


Sivri ada (Oxia) : 




fenerbahçe 'den Marmaraya bakış......



Biz bu adaya çocukken “ eşek “ adası derdik….

1960 ‘lı yıllarda Mühürdar sahilindeki küçük taş iskeleden geceleri adaya motorlarla eşek götürüp orada kestiklerini sonra da İstanbul ‘a getirip sucuk , pastırma vb. yaptıklarını duyardık “ fısıltı gazeteleri” nden ! 
Artık ne derece doğruydu bilemem ama biz sucuk ekmek yemeğe devam ederdik … 

Bu adaya kah “ sivri “ ada “ kah “ hayırsız ada “ dendiği olur…. Resmi adı “ sivri ada “ dır…

Sivri ada ile Yass ıada, İstanbullular tarafından "Hayırsız ada" olarak da adlandırılırlar.

Bir çok kaynakta , Kadıköy Haydarpaşa mendirekleri yapılırken bu adadan dinamitle patlatılan ve mendireğe taşınan taş blokların çıkartıldığı adanın ortasının oyuk , batı yamacının ise sivri bir hal almasından dolayı adının Sivri ada ’ya çıktığı yazılır.. 
Ancak , adanın Yunanca da "sivri uçlu" anlamına gelen Oxia  şeklinde adıyla tarihi bilgilerin bulunması bu iddianın sağlıklı olmadığını düşündürmektedir.

Doğru olan ise ; Bizans ve Osmanlı dönemlerinde bazı yapılar için bu adadan taş nakledilmiştir. Haydarpaşa rıhtımı ve Haydarpaşa Limanı 'ndaki mendirekler de bu adadan getirilen taşlarla yapılmıştır.

Bir başka isimlendirme şekli de , ada üzerinde tarihin hiçbir döneminde ciddi yerleşim olmaması sebebiyle ve de  köpek katliamlarıyla anılmasından dolayı olduğunu sandığımız “Hayırsız Ada” şeklindedir. 

Ben en çok bu ismi benimsemiştim ! 

Zaten adanın başlıca ünü, Istanbul ’daki bütün sokak köpeklerinin birkaç sefer toplanıp buraya atılması ve sonra da bu köpeklerin birbirlerini yiyip bitirmelerinden kaynaklıdır.

Sivriada , Marmara denizinde Hayırsız adaların İstanbul ‘a en yakın adalara en uzak ve adaların en batıda olanıdır. Ayrıca adaların en küçüklerden biridir.


Çok küçük bir ada olan ve denizden çıkan bir dağın sivri ucu olan Sivri ada'nın zirvesinin deniz seviyesinden yüksekliği 90 metredir. 

Yassı ada ‘ya komşu ve Yassı ada ’nın yaklaşık 2 km. kuzeybatısında kalır. Kendisine en yakın ada olan Yassı ada ‘ya 1,7 km. İstanbul sahiline Kadıköy ( Fenerbahçe adası ) 11 km. uzaklıktadır. 

Tepesinde bir fener bulunan adanın, Güney cephesinde bir tatlı su kuyusu ve yatçılar tarafından kullanılan küçük bir limanı vardır. Ada deniz mahsulleri yönünden bereketli bir bölgenin ortasındadır. Ayrıca , Sivri ada’da ada tavşanı da bulunur.






Sivri ada 0,045 km2 gibi küçük bir alana sahip olmasına karşın,Bizans döneminde diğer İstanbul adaları gibi prens ve istenmeyenlerin sürgün yeri olarak kullanılmasının yanı sıra, inzivaya çekilen Bizans din adamlarını da uzun yıllar ağırlamıştır.

Bir zamanlar kendi manastırına sahipmiş. Bu manastırdan geriye kalan bazı kalıntılar hala ayaktadır. Bu yapı, imparator Manuel I. Comnenus tarafından 1158 yılında derlenen manastırlar listesinde yer almaktadır. Manastırın içerisinde iki kilise yer almaktaymış: baş melek Mikhail’e ait bir katholikon ve inançları uğruna ızdırap çeken birkaç azize adanmış bir mabet. Manastırın birkaç başkeşişi, sonradan İstanbul’un patrikliğine getirilmişler. Günümüze kadar ayakta kalabilmiş bu harabeler, limanın iç tarafında bulunan rıhtımın yanında uzanan yamaçtadır.


Adadan, Osmanlı tarihte ilk defa, 1545 yılında, burada durmuş olan Petrus Gyllius bahsetmiştir. 

Adanın isminin ,
“Hayırsız ada” ‘ya ve “Köpek adası” ‘na çıkmasının hikayesine gelince :

Bizans'tan beri İstanbul’da her zaman için yüksek olan köpek nüfusundaki artış bazı zamanlarda patlama halini alınca yönetimler çare olarak ‘‘toplama kampı’’ yapılmasına karar vermişler. Ve bu kamp da Marmara Denizindeki Sivriada ( Oxia ) 'da kurulmuş.

19. yy ’ın ilk çeyreğinde , II. Mahmud zamanında İstanbul ‘daki köpekler fazlaca çoğalınca hükümdar İstanbul'da ne kadar köpek varsa yakalanıp Sivriada ‘ya gönderilmesini buyurmuş. Birkaç günde şehirde belki de tek bir köpek kalmayıncaya dek toplanmışlar.

Bunun üzerine halk ‘‘Hayvanlara eziyet etmek uğursuzluk getirir başımıza iş açılır köpekleri orada bırakmayalım’’ diye homurdanmaya başlayınca sağ kalan köpekler alınıp yeniden İstanbul sokaklarına salınmış.

Ama halkın bahsettiği uğursuzluk yine de gelmiş: Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın ordusu Kahire'den kalkıp Kütahya'ya kadar girmiş...



İstanbul köpeklerinin sürülmesi ile ilgili olarak bir diğer teşebbüs Sultan Abdülaziz döneminde yaşanmıştır. Köpekler toplanarak gemilerle yine Hayırsız Adaya gönderilmiş. Ancak bir süre sonra İstanbul’un çeşitli semtlerinde çıkan yangınlar köpeklerine bağlı halkın bunu köpeklerin bir intikamı olarak değerlendirmesi üzerine ikinci bir emirle köpekler tekrar şehre getirilmişler.

1910' da ‘‘köpek meselesi’’ni çözmeye bu defa da İstanbul ‘‘Şehremini’’ yani Belediye Başkanı Suphi Bey soyunmuş. İstanbul'daki bütün köpeklerin yeniden Sivri ada 'ya yollanmasını emredince birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek adaya çıkartılmış.

Dikili tek bir ağacın bile olmadığı kayalık Sivri ada ‘da 80 bin köpeğin feryadı söylendiğine göre geceleri İstanbul'dan bile işitilir olmuş... ...Sesler birkaç gün sonra kesilmiş zira yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değilmiş...

Adadaki köpeklerin durumunu bizzat gözlemleyen Fransız bir gazeteci ise gördüğü manzarayı şöyle tasvir etmiştir :

"Dayanılmaz derece sıcak vardı. Etkisinden kurtulmak için kabinime çekildim. Vapur durmuştu. Biraz kestirmiştim. Hemen kalktım. Acele merdivenleri çıkarak güverteye kendimi attım: Küme küme köpek cesetleri ve etrafa yayılan çok fena bir koku..
Bir mil uzakta ağaçtan, bitkiden oluşmuş yalçın bir kayadan ibaret olan ada gözüküyordu..Yalçın kayanın üstünde köpekler karınca gibi kaynıyor… Köpeklerin en büyük kısmı sahili takip eden kayalık üzerinde toplanmıştı. Pek çokları güneş hararetinden kavrulmuş, serinlemek için var güçleriyle suda yüzüyorlar, son takatlarına kadar suda kalmak istiyorlar. Ötede beride görülen cesetlerin etrafında dolaşarak, çabalayarak bir parça et koparmaya çalışıyorlar... Karadaki diğer kısmı ufak bir gölge bulabilmek için taş kovuklarına sığınmak üzere delik, deşik arıyorlar... Diğer bir kısmı ise adeta delirmiş gibi oraya buraya koşuyorlar, sürekli kendi etraflarında dönüyorlar... Seslerini şimdi tam olarak duyuyorduk. İşittiğimiz bu feryatlar köpek havlaması değil adeta insan feryadı idi. Kaptan geminin düdüğünü çaldırdı. Zavallı hayvanlar bir yardım sesi duymuş gibi heyecanlandılar. Bu sese hayvanların nasıl yalvarırcasına cevap verdiklerini size anlatamam. Bilmem göz önüne getirebiliyor musunuz? Feryat ve inilti saçan bir yalçın kaya. Bir yanardağ ki ateş yerine feryat, duman yerine cesetler saçıyor. Bu kızgın zemin üzerinde su, yiyecek için ağızları açık köpekler...Etrafında martıların uçuştuğu cesetler kısım kısım denizde lekeler oluşturuyor. Vapur hareket etti. zavallı köpekler yine bizleri son bir ümit ile takibe çalışarak çırpınıyorlar. Hiçbir şeyden habersiz geminin dalgaları onları büsbütün batırıyor, boğuyor, öldürüyordu. Ne karada ne denizde ölümden başka onlara el uzatan yoktu. Uzaktan bir romorkör'ün adaya doğru geldiğini gördük. Arkasında iki mavna köpek dolu kafeslerle aynı adaya gidiyor. Hayırsız Ada'nın aç sakinlerine İstanbul'dan taze köpek getiriyorlardı. Biz uzaklaştık. Marmara'nın yüzü üzerinde siyah bir nokta halinde kalan bu müthiş manzaralı adadan bakışlarımızı ayıramıyorduk...”
Fransız gazetecinin çizdiği bu tablo köpeklerin sürgünün ne kadar acımasızca yapıldığını gözler önüne sermekte.


Bu olaydan kısa bir sure sonra İstanbul'da meydana gelen büyük bir deprem şehir halkı taradından " Allahın gazabı " olarak nitelendirir. İstanbul halkının beklediği uğursuzluk da gecikmemiş , Balkan Savaşı patlak vermiştir...


Benim bu yaşıma kadar İstanbul 'da gözlemlediğim Türkiye 'nin her yerinden daha fazla olan "kedi - köpek " sevgisinin ne kadar çok , samimi ve eski olduğunu ise şu yazılardan bir kez daha teyit ettim !


Ömer Aymalı , Tarih dosyasındaki araştırma yazısında şöyle anlatır İstanbul Köpeklerini ;

Tarih boyunca İstanbul şehrinin bir parçası olmuş olan köpekler özellikle Osmanlılar döneminde ayrıcalıklı bir yere sahip oldular. İstanbul’un sokaklarında mahallelerinde serbestçe dolaşan köpekler yabancı seyyah ve gözlemcilerin de ilgisini çekmiş o dönemlerdeki İstanbul kart postallarının olmazsa olmazı gibi bir yer edinmişti. İstanbul halkının hayvan sevgisi ve köpeklere gösterdiği özen 1909 yılında Avrupa’da yayınlamış bir kitapta şöyle ifade ediliyordu:
"Köpeklerin en çok sevildiği ülke hangisidir? Türkiye. Orada onların hepsine uygun olup olmadığına bak­maksızın yemek veriliyor. Hamile dişi sokak köpeklerine doğum yap­maları için evlerin önünde ot veya samandan yatacak yer hazırlanıyor. Camiden çıkıldığında, onlara özel olarak yapılmış peksimet dağıtılıyor. İstanbul'da kendilerini barındırma hakları meşhurdur.
Bu kentin sokak köpeklerinin nüfusu 60 bin kadar­dır. Küçük aşiretlere bölünmüşler; bu aşiretlerin her birinin bir soka­ğı veya bir mahallesi bulunuyor ve oradan çıkmadıkları gibi kimseyi de sokmuyorlar, böylece her köpek aynı mahallede doğup, büyüyüp ölür. Lüksün ve zarafetin merkezi olan Pera Caddesi'nin orta yerinde bu köpekleri caddenin veya kaldırı­mın ortasında yayılmış bulursunuz. Kırların ortasındaki kadar rahat bir şekilde gelen geçeni umursamıyor­lar. Daha doğrusu kendi evlerinde olan onlar; size de onların rahatını bozmamak düşüyor."'


19.yy’ın tanınmış seyyahlarından Edmond De Amicis ise İstanbul’un köpekleri ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanıyordu: 
“İstanbul kocaman bir köpek harasıdır; şehre varı varmaz herkes bunu görür. Köpekler,şehrin ikinci nüfusunu oluştururlar ve her ne kadar sayıları birincisinden az ise de ilgi çekicilikte ondan geri kalmazlar!.. Onlar kocaman bir bedavacılar cumhuriyetinde bir araya gelmiş durumdadır, ne tasmaları, ne sahipleri, ne kulübeleri ne evleri,ne de kanunları vardır. Bütün hayatları sokaklarda geçer. Orada kendilerine küçük yuvalar kazarlar, karınlarını doyurup uyurlar, doğarlar, yavrularını beslerler ve ölürler ve hiç kimse-hiç olmazsa Stambul’da-işlerine veyahut istirahatlarına en ufak bir şekilde karışmaz.”
1800’lü yıllarda sayıları 60 bini bulan köpekler şehrin bir parçası olarak kabul edilmekteydi. Köpekler İstanbul halkı tarafından sevilirdi ve beslenmeleri halk tarafından karşılanırdı. Buna karşın köpeklerin şehirde güvenlik, sağlık ve temizlikle ilgili çeşitli toplumsal görevleri bulunmaktaydı. İstanbul’un köpekleri geceleri kendi mahallelerine gelen yabancılara ve şüpheli kimselere saldırarak bir çeşit zabıta görevi görürdü. Köpeklerin bir diğer faydası ise şehrin temizliği ile ilgiliydi. Kapı ve pencerelerden atılan yemek artıklarını yiyip bitirmeleriyle bu işlevi yerine getiriyorlardı. Böylece çöp sorununun tam olarak çözülemediği şehirde köpekler çöp sorununa da çözüyorlardı. Bu şekilde şehrin sağlığına da katkı da bulunuyorlardı.
Osmanlı klasik döneminde şehrin bir öğesi kabul edilen ve önemli bir işlev gören köpeklere bakış açısı modernleşmeyle beraber değişmeye başladı. Şehir hayatının canlanması ile mahallelerin özerkliğinin, mekansal sınırların ortadan kalkması mahalleler arasındaki geçişlerin hızlanması İstanbul köpeklerinin bir sorun olarak görülmesine yol açacaktı. Halk için olmasa da yöneticiler için köpekler artık şehirden sürülmesi gereken istenmeyen hayvanlar olarak görülmeye başlandı.



Köpeklerin Sivri ada 'ya atılması ile ilgili bir yazıda Pierre Loti'nin kaleminden:

‘‘...Bu ülkeye İkinci Mehmed' in ordularının ardından gelen köpekler ...Kimseyi hiçbir zaman ısırmamış olmalarına rağmen katliamların en iğrencine mahkûm edildiler. Hiçbir Türk Hilâl'e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. Bu yüzden serseriler işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi. Bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyorlar zavallı kurbanlarını boyunlarından ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyorlar ve onları rastgele kan  revan içinde Hayırsızada 'ya götürecek olan mavnalara atıyorlardı.
Hayırsız ada Marmara'nın ortasında çöle benzeyen bir kayaydı. İçecek bir damla su yoktu köpekler orada açlıktan ve susuzluktan öldüler ve bu arada bilinçlerini yitirdiklerinden birbirlerini yediler. Adanın yakınlarından bir kayık geçerken hepsi kıyıya geliyorlardı ve yürekleri parçalayan iniltileri duyuluyordu. Kayıkları ve insanları ne kadar uzakta olursa olsun gördüklerinde bütün saflıklarıyla yardıma çağırıyorlardı.


Bu konuda bir de Belgesel bir video vardır yakın zamanlarda yapılan ;

Hayırsız Ada / İstanbul’un Köpekleri – Sergeyi Avedikian Belgesel Video

” Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülünü alan Hayırsız ada (Chienne d’Histoire) oldu. Yönetmen Ermeni kökenli bir Fransız. 

Konusu, Osmanlı’nın 1910’unda geçiyor . Sulu boya tablolar gibi yapılan animasyon filmde, İstanbul’un artan sokak köpeklerinin toplanıp Hayırsız ada’ya götürülmeleri, orada birbirlerini kırarak ölmeleri anlatılıyor.



Adaya dikilen Anıt


Mühürden sahilinden Sivri ada...





Yassıada - Plati




Fenerbahçe 'den Marmara 'ya bakış ve hayırsız ada.....


( Plati)  Yunanca "düz-yassı" anlamına gelmektedir. assıada ,aynı zamanda " Hayırsızada " olarak da bilinir ve bu isim bir kısım yerli halk tarafından hala kullanılmaktadır.

Yassıada ’nın boyutları Eni 185 m. boyu 740 m. olup 0,052 km2 lik bir alanı kaplar.
Deniz seviyesinden yüksekliği azami 40 m.’dir. Adanın arazisi düzdür, ancak sahilleri genellikle denize dik olarak iner .

Sivri ada ‘ya 0,9 ve Kadıköy ‘e ( Fenerbahçe adası ) 6,27 deniz mili uzaklıktadır. Kuzey tarafında küçük bir limanı vardır.




İki kere İstanbul’un patrikliğini yapmış (847-58, 867-77) olan 
Aziz Ignatius adına Bizans İmparatoru Theofilos tarafından  9. yy. ortalarında adanın tam ortasına Platea Manastırı inşa ettirilmiştir. 
İgnatius’un da 860 senesinde adada Kırk Azizler adıyla kilise ve Meryem Ana adına bir mihrap yaptırmasıyla , ada keşişler ve münzeviler tarafından rağbet görmeye başlamıştır.
( Ernest Mamboury 1943 tarihli rehberinde, bu kiliselerden birine ait kalıntılara rastladığını belirtmiştir.)
Ancak , Patrik daha sonra İmparator muhalifi olarak kendi manastırına sürgün edilerek ev sahipliği yapmıştır. Patriğin yandaşları ve keşişler ise bu kilisenin altındaki dehlizlerdeki zindan ve işkence odalarında işkence görüp ölüme mahkum edilmişlerdir.





Yannis Orfanotrofos 'un Konstantin Dalassenos 'u Yassıada'ya sürgün etmesini gösteren bir minyatür.


I. Manuel Comnenus’un 1158 yılında hazırladığı listede adı geçen bu manastır, 40 Şehit’e adanmış bir katholikon ve bir Hz. Meryem mabedine ev sahipliği yapmıştır.

Bazı kaynaklar ise , IV. yüzyılda yaşamış Ermeni Başpatriği I. Nerses’i , İmparator Valens tarafından adada sürgüne mahkum edilen ilk önemli kişilerden biri olarak zikreder.

Bir araştırmacı yazar , 19. yüzyılın sonlarına doğru adayı ziyaret eden seyyah Gustave Schlumberger 'in  mahzenleri ve adadaki hapishaneleri şu şekilde tasvir ettiğini anlatmaktadır;

"Bu korkunç hapishane kayaya oyulmuş geniş yer altı odalarından meydana geliyordu. Bu canlı canlı ölüme mahkum edilen zavallılar zemin hizasından oyulan bir delikten aşağı yuvarlanır, tıkınacakları bir iki lokma da buradan atılırdı. Buraya varlığıyla sorun yaratan, iktidar üzerinde hak iddia eden kimbilir kaç kişi tıkıldı. Kışın rüzgârların dövdüğü, yazın güneşin kavurduğu bu kayalıktaki sürgün, kıraç Marmara Adası’na gönderilmekten dahi korkunç kabul edilirdi. Bîçare mahkumlar kaba askerlere, çoğu kez barbarlara teslim edilir, tamamıyla bunların insafına terk edilirdi."

1204 yılında yapılan IV. Haçlı Seferi’nde adaya gelen Latinler manastırı ve kiliseyi yakıp yıkmışlardır. Ada bu sefer de 15. yüzyılda Rus korsanlarının manastırı harabeye çevirerek içerisindeki 22 keşişi öldürmesine tanıklık etmiştir.

İstanbul ‘un fethinden sonraki uzun yıllar boyunca 
ada ile ilgilenen olmamıştır .

Osmanlı döneminde İngiltere ‘nin İstanbul sefiri Sir Henry Bulwer, 1859 ‘da Sultan Abdülmecit ‘ten adayı satın almıştır. Sefir, burçları olan küçük bir şato şeklinde, biri batı tarafında, biri ortada olmak üzere kaleye benzer iki bina ile adanın ortasına enteresan bir mimari üslupta, şato büyüklüğünde bir köşk inşa ettirmiştir. Söylentiye göre, elçinin adayı almaktaki ve düzenlemekteki amacı, ileride meydana gelebilecek olası bir İngiliz işgaline destek vermek amacıyla adanın bir üs vazifesi görmesidir.





Daha sonra Osmanlı Hükümeti tarafından adanın bir Türk ‘e satmasının istendiği rivayet edilir….Araziyi Mısır Hidivi İsmail Paşa alır . Ancak kısa bir süre sonra adanın şehirden uzak olmasının da etkisi ile Yassı adadan sıkılarak adayı yalnızlığa terk eder.

Yassı ada , 1947 yılında Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış , 1949 'da inşaata başlanmış ve 1952 'de eğitim hizmetlerine açılmıştır. Komutanlık kuzey iskele yanındaki, bugün de duran Bulwer 'in şato tipi yuvarlak köşkünü muhafaza ederek , subay ve erler için yüksek katlı lojmanlar, spor sahası, tesisler, buz deposu, yemekhane, silahhane gibi birçok yeni bina yaptırmıştır..

Daha sonra bu ada ’da 27 Mayıs 1960 askeri darbe sonrası kurulan mahkemelerde Demokrat Partililer yargılanmış , üç politikacının idam hükmü infaz edilmiştir.





Ada Uzun yıllar kapalıydı. Askeri denetim altındaydı. Adaya yaklaşılması bile yasaktı. Bizler adaya uzaktan bakar merak ederdik.


1978 yılında Deniz Kuvvetleri bu adayı terk etmiştir. Ada 1993 yılına kadar " İÜ Su Ürünleri Fakültesi " ’ne tahsis edilinceye kadar yine yalnızlığa terk edilmiş ancak , şehre uzaklığın getirdiği çeşitli sıkıntılarla Fakülte 1995 ‘e kadar eğitim ve araştırma görevine devam edebilmiştir.






Ada bu yıllarda eski anılarından arındırılmak istenircesine ve de hoyratçasına hafriyata maruz kalmaktadır. 

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, adanın 4. yüzyıldan bugüne gelen tarihî varlıklarına dikkat çekmişti.

Arkeologlar Derneği’nden Yiğit Özar,

Paphagonialı Niketas’ın yazdığı ‘Tessarakonta’ isimli kitaptan, “Kırk Şehitler Kilisesi”nin varlığını öğrendiklerini belirtiyor. Fakat bugüne kadar bu kiliseyle ilgili adada herhangi bir bulguya ulaşılamadığını belirten Özar, 
“Buradaki asıl sorun, arkeolojik kazı olmadan hafriyat yapıldığı için, ne kaybettiğimizi bilemeyecek olmamız” diyor.


İdamların yapıldığı ada olarak hafızalarda yer eden bu talihsiz adanın Bizans'tan bu yana süre gelen sürgün yeri olma özelliği ve 1960 darbesinin izlerininin silinmesi adına             bugün adı ,  " Demokrasi ve Özgürlük Adası " olmuştur !




Tarihi yok etmek , saklamak üzerine iflah olmaz huyumuzun burada da devam ediyor olması adadaki Dini Arkeolojik kalıntılarında yok olmasına sebep olmaktadır.

Ada şimdilik İstanbul'a yakın ve deniz trafiğinden uzak olduğu için hafta sonlarında şehirdeki dalış kulüpleri eğitim alanı olarak kullanmaktadır.


Marmara Denizinin tek balık çiftliği de burada bulunmaktadır. Gökkuşağı alabalığı , 1–4 kg'lık Çelikbaş Alabalığı yetiştirilmektedir.









1 yorum:

  1. Gonlunuze, kaleminize saglik. Sizden cok sey ogreniyoruz.
    Selam, sevgi ve saygilar.

    YanıtlaSil