Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Fotoğraflar

Fotoğraflar

26 Eylül 2022 Pazartesi

 

Bozcaada ‘dan bir aşk öyküsü ( temmuz 2013 )

(fotoğraflar ve kurgu : Kamil Çağlayan)




Fotoğraflarımı karıştırırken Bozcaada çektiğim görüntülere baktım. 

Orada bir aşk öyküsü vardı ve ben fotoğraflamıştım. Bu öyküyü paylaşmak istiyorum.                        Aşk , öykü ve fotoğraflar gerçektir ben sadece kurguladım.

Kahramanımız çok tatlı bir köpek , adı ” Badem”



Badem , Bozcaada ‘ da yaşıyor ve oranın yerlisi. Merkezdeki çarşıya uzak olan sahibinin şarap atölyesinden çıkıp kah yaya, kah çoğunlukla köylülerin traktör ve motorlarıyla ( oto stop çekerek ) her gün öğleden sonra çarşıya geliyor.


Çarşıda bir sevgilisi var. İstanbul ‘lu mevsimlik hediyelik eşyacı bir bayanın köpeği.



Ancak, İstanbul ’lu  Terier ‘in sahibi bayan bu aşka karşı. Badem’i  kızının yanına yanaştırmıyor.

Bu durum Badem’i fena halde etkilemiş durumda. 



O da dükkanın karşı kaldırımına geçerek bütün gece üzgün ve perişan bir vaziyette aşkına bakıyor. Ve bu her gece tekrar ediyor.


Ada halkı ve esnafta bu duruma üzülüyor. O kadar güzel ve o kadar duygulu bakışları var ki durumu hemen anlayabiliyorsunuz. 

Öykünün sonunu bilmiyorum ama Badem inşallah aşkına karşılık alabilmiştir.

 

 

21 Aralık 2018 Cuma

İÇİNDE AYAZMASI OLAN İÇKİLİ LOKANTA : KOÇO (RESTAURANT) Mey Hane




Moda Park Lokantası, diğer adıyla Koço ( restaurant ) şimdilerde Koço Meyhane , 
1930'lu yıllardan bu yana içindeki küçük Rum kilisesi ve Ayazması ile beraber. 
Aslında ; Aya Ekaterini Ayazması , faal bir kilise. Ama kiliseye girmek için meyhanenin içinden geçmek gerekiyor.

Koço’nun yan tarafındaki üzerinde AYAZMA yazan  bahçe kapısından içeri girince mutfak arkası ve işçi odalarını geçince küçük bir terasa çıkılır. Sağ tarafta Koço’nun bahçeye açılan bir kapısı vardır..İşte tam onun yanından aşağıya doğru inen merdivenlerden inince karşınıza çıkan yer ; Aya Ekaterini Kilisesi dir.


















Oldukça küçük ve dar olan bu mahalin tüm duvarları mermerdir….Duvarlarda İKONA lar bulunmakta…. Ve mumlarının yakıldığı sunak…Girişin solunda duvara gömülü çeşmeden Ayazma Suyu akar… Azize Ekaterini’nin büyük ikonası da bu köşededir.


 


Bu Ayazma ‘nın kutsal günü pazartesi günleri olduğu için çoğunluk  cemaati bu günde gelir ve sabahları Kadıköy Metropolitliğinden gelen Papaz Efendi de hazır bulunuyor….Buraya gelen her dinden ziyaretçiler ( ki hemen hemen çoğunlukla kadınlar ) burada adak adayarak hastalıktan iyileşme , işle, parayla ve sağlıkla ilgili konularda dilek tutuyor, adak adıyor .
Ancak , dileğinizin kabul olması için üç pazartesi üst üste Ayazmaya gelerek mum yakılması gerekiyormuş ve gelirken bir şişe de yağ getirmek  gerekirmiş.






Dünyanın pek çok kentinde Aya Ekaterini'nin adını taşıyan kiliseler, ayazmalar var. Türkiye’de Aya Ekaterini adına açılmış tek bir kilise bulunuyor. O da Moda Burnu'ndaki Aya Ekaterini Ayazması.


Ayazma nedir :
ayazma : daha çok Rumların kutsal saydıkları kaynak, pınar ya da kuyu demektir.
Kelime kökeni "Hagia" (türkçe okunuşu ile "aya" , yani "kutsal") ve "ma" (yani su) kelimelerinin bileşiminden gelir. Hagia(z)ma ; ayazma . Kutsal Su anlamına gelir.  Eski Yunanca olan söcük ʰagíasma ἁγίασμα  "kutsama" sözcüğünden evrilmiştir. 
Z harfi ilavesi Türkçe söyleyişte kelime içerisine kaynaşmıştır…..

Kimdir Aya Ekaterini ve Ayazma nasıl ortaya çıkmış ve bugünlere gelmiştir :

Efsaneye göre, milattan sonra 294’te İskenderiye’de, aristokrat ve putlara tapan bir ailenin bir kızı olur. Dorotea adı verilen bu kız, dönemin okullarında felsefe, hitabet, şiir yazma, müzik, fizik, matematik, astronomi ve tıp dersleri okur. İsa’ya inanan Dorotea, vaftiz olur ve ‘ taçlandırılmış taç ’ anlamına gelen ‘Ekaterini’ adını alır.
Kral Maksimianus döneminde Ekaterini, İsa Peygamber’e olan bağlılığını açıklar ve kralı putlara adadığı kurbanlar nedeniyle halka şikâyet eder. Kral, Ekaterini’yi davasından vazgeçirmek için 50 hatip görevlendirir. Ekaterini kralın kendisine gönderdiği hatipleri de Hristiyan olmaya ikna eder. Kral, emrine karşı gelen ve eşini dahi etkileyen Ekaterini’nin başını kestirir.
Hristiyanlarca ; Ekariti’nin vücudunun, melekler tarafından Sina Yarımadası’nın en yüksek dağının tepesine götürüldüğüne inanılır.
Bu olaydan 3 asır sonra, Kral Jüstinyen’in bu tepede yaptırdığı manastırın rahipleri rüyalarında Aya Ekaterini’nin naaşının yerini görürler. Naaş bulunduğu yerden alınarak, daha sonra Ekateri’nin adını alacak olan manastırın ana bölümünde mermer bir lahite yerleştirilir. O günden sonra, lahitten miron (kutsal parfüm) yayıldığına ve bunun günümüze kadar gelen bir mucize olduğuna inanılacaktır.

1924 yılında İstanbul Moda ‘da bir mucize olur…Moda kıyısında Rum Balıkçılar tarafından bir kaya deliğinden fışkıran bir su bulunur. 

Rivayete göre ise ; suyun etrafında eski bir kilisenin temellerine ve Aya Ekaterina ‘nın İkonuna rastlanır. Ve bu suyun kutsal su ( ayazma ) olduğuna karar verilir.Üzerine ahşap bir bina inşaa edilerek ziyarete açılan küçük rum kilisesi ve Ayazmasına Aya Ekaterini adı verilir…

Moda Vapur İskelesi'nin hemen yanında bulunan bu ayazmanın üzerindeki bina 1934-35 yıllarında yıkılarak, yerine lokanta yapılmak üzere yeni bir bina inşa edilir. Ancak ayazma aynen korunur, 1950 yılında onarımdan geçer. Ayazmanın üstündeki bina, ilk olarak Konstantinos Koço Korontos tarafından ‘‘Moda Park Lokantası’’ adıyla bir kır kahvesi olarak hizmete açılır.



Adı bugün KOÇO MEY HANE olan Moda Park Lokantas bugün hala “ Koço” olarak biliniyor. Çünkü Mühürdar'da da bir gazinosu olan ‘‘Müsü’’ ( mösyö ) Koço ‘nun adıyla ünlüdür .  Koço, 1954’deki ölümüne kadar kır kahvesinin işletmeciliğini yapar.
Koço’nun ölümünden sonra kır kahvesini, çalışanlarından Gökçeadalı Atanaş Cano ile Stelyo Mavro devralır. Lokantaya bahçe ilavesi ile Koço artık bahçeli Lokanta olmuştur.
Kadıköy ‘ün Moda ‘nın bilinen en eski lokantası olan bu lokanta hala ayakta ve işletilmektedir.


Biz gençlerin de ’70 li yıllarda sık sık gittiğimiz KOÇO lokantası nezih bir yer olarak kalmıştır zihnimde…Zerafeti ve nezihliği garsonlarının saygılı , mezelerinin çeşitli ve leziz olmasından daha önemlisi yanınızdaki diğer masalardan sizi rahatsız edecek seviyede ses olmaması hoş bir mırıltı eşliğinde içkinizi edip sohbetinizi yapabildiğiniz bir yer olması idi benim için..
Her kesimden insanın gelip yemeğini yeyip içkisini içtiği bu mekana F.H.Dağlarca , Cemal Süreyya vb. şairler de müdavim imiş zamanında...Çıkışta önünde cevizci( Vahram ) vardı . Bazen içeriden de sipariş verilirdi kendisine..

Birisinin de dediği gibi : “ Bu mekana , kimisi demlenmeye, kimisi muhabbete, kimisi manzarayı izlemeye , kimisi de Ayazma’dan şifa bulmaya geliyor……




14 Aralık 2018 Cuma

KADIKÖY ‘ün BAHARİYE ‘deki RUM METROPOLİTLİĞİ…..






Kadıköy Bahariye caddesi üzerindeki Süreyya Operası ‘nın önünden geçip Moda istikametine devam ederken hemen yanı sıra yer alan geniş bahçeli beyaz ahşap binanın önünden pek çoğumuz öylesine geçer gideriz…..Halbuki bu bina Kadıköy Rum Ortodoks Metropolitliği ‘ni içerisinde barındırmaktadır.
Bu bina ve Metropolitlik ise Kadıköy ‘ün tarihinin bir parçasıdır.




Kadıköy general Asım Gündüz ( Bizim BAHARİYE dediğimiz ) caddesi üzerinde bulunan Süreyya sinemasının yerinde ve yanında 1900 yılları başında Köçeoğlu ‘na  ait ikiz kâgir konağı bulunmaktaydı.1800 lü yılların ortalarında bunların hemen ilerisinde Köçeoğlu Hamamını yaptırdığı bilinir. ( Hamamın , şimdiki Mango nun olduğu binanın önünde giriş kapısı kemeri kalmıştır. )  



Bu konak , Köçeoğlu döneminde haremlik ve selamlık olarak ikiye ayrıldı.Konak içerisinde haremlik selamlık arasındaki bağlantı ise binanın orta bölümünde bulunan büyük duvardan açılan kapıdan sağlanırdı.
1908 yılında Köçeoğlu konakları satışa çıkartınca , selamlık bölümünü Süreyya Paşa ve haremlik bölümünü de Kadiköy Metropoliti 5.Yermanos satın aldı.
Süreyya Paşa satın aldığı selamlık bölümünü yıktırarak 1923-1927 yılları arasında
bügün Süreyya Operası olan  o zamanki Süreyya Sineması ve Operası ( açılış 6 Mart 1927’) nı yaptırmıştır.
Haremlik Bölümü ise Metropolit 5.Yermanos tarafından Rum Cemaatine hibe edildi ve bugüne kadar Kadıköy ve Tevabii Rum Metropolitliği olarak hizmet vermektedir.
Bu bina daha sonra 2006 yılında Kadıköy Rum Kiliseleri ve Mezarlıkları Vakfı ‘na devredilmiştir.







Şimdi de Yel değirmeni ‘li , Mimar Sn.Arif Atılgan ‘ın yazılarında bahsettiği bu binalar hakkında anlattıklarına bakalım :

“ 1906 tarihli Goad Haritalarında Köçeoğlu Hamamının biraz aşağısında, aynı arazide bir bina daha görülür. Ayrıca hemen altındaki sokağın adı Köçeoğlu Sokaktır. Görülüyor ki Köçeoğlu’nun burada da bir köşkü vardır. Köçeoğlu Köşkünün Hamamla birlikte veya Hamamdan sonra yapıldığı belli olmaktadır.

Köşk o yılların tarzıyla birbirine bitişik selamlık ve haremlik bölümleriyle ikiz olarak inşa edilmiş. Harita incelendiğinde yapının 2 katlı ve ahşap olduğu anlaşılır. Kapısının olduğu üst taraftaki bölümü Selamlık, alt taraftaki bölümü Haremliktir. 

Haritadaki notlardan 1 Bodrum + Zemin Kat + 1. Normal kat olarak bodrum hariç 2 katlı olduğu belli olmaktadır. Bina ahşap karkas sistemdedir. Dışı ahşap, iç tarafları eski usul ahşap üstü sıva (bağdadi) ile kaplanmıştır. Girişin karşısındaki merdiven ortadan yarım kat çıkmakta, iki yana uzayan sahanlığın iki tarafından üst kata iki merdivenle çıkılmaktadır. Selamlık bölümünden Haremlik bölümüne, yarım kat yükseklikteki merdiven sahanlığının ortasındaki kapıdan geçilmektedir. “

            

   1906 Goad Haritasında Köçeoğlu Köşkü (Haremlik ve Selamlık Bölümleri birlikte)
( sn.Arif Atılgan dan alıntıdır. )

  


“ Aşağıdaki haritada 1939 tarihli Pervititch Haritalarında Metropolitlik Binası ve Süreyya Sineması görünmektedir. Metropolitlik Binasının arsasının Süreyya Sinemasınınkinden biraz daha büyük olduğu görülmektedir.. Köçeoğlu Sokağının adı Kalfaoğlu olarak değiştirilmiş, Köçeoğlu Hamamı ile Metroplitiliğin arasına Nevzemin Sokak açılmıştır.”


                                        ( Harita  sn.Arif Atılgan dan alıntıdır. )




Metropolitlik Kadıköy’de çok kereler yer değiştirmiş. İlk bina Kadıköy Çarşı’daymış, bir ara Moda’daymış. Kuzguncuk ’a bile gitmiş metropolitlik.
Metropolitin Kadıköy Gazetesine yaptığı röportajdaki deyişi ile :
“ Bu tarihi konak, müze gibi bir bina. Burada ikonalar, sanat eserleri var. Ayrıca 1800’lerden kalma nadide eserlerin de aralarında bulunduğu yaklaşık 5 bin kitaplık bir kütüphane mevcutmuş. Bunlar, çoğu Rumca olan tarihi, sanatsal ve dini eserler.


Metropolit , Metropolitlik nedir ?

Constantinopolis ( İSTANBUL ) Ekümenik Patrikhanesi
MS. 37 yılında İsa Peygamberin havarilerinden olan Apostol Andrea tarafından kurulmuştur. MS. 451 yılında Kadıköy’de toplanan 4 ncü Ekümenik Konsül’ün kararları ile Roma Patrikhanesi ile eşit sayılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasından sonra, Bizans İmparatorluğu içindeki Hıristiyanlar, İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmış ve “Doğu Kilisesi” olarak da adlandırılan Ortodoks Kilisesi, 5 nci yüzyılda Katolik Kilisesi’nden ayrılmıştır.

İstanbul’un fethini müteakip Fatih Sultan Mehmet, Constantinopolis Patriği seçilen Gennadios ’a Türk ve İslam hukuku çerçevesinde, patriğin görev ve yetkilerini gösteren, Patrikhane’ye bazı ayrıcalıklar tanıyan bir ferman çıkarmıştır. 

Fatih’ten sonra ise Osmanlı hükümdarlarının Patrikhane’ye verilen imtiyazları benimseyen fermanlar vermesi gelenek haline gelmiştir. Böylece Fener veya Ökümenik Patriklik de denilen Patrikhane ve Rum Patrikliği 'nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır.

Halen ,Türkiye'de resmî olarak “ Fener Rum Patrikhanesi “ , dünyada “ Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi “ olarak bilinir.

Metropolit : Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinde, patrikten sonra gelen ve bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu din işlerinde en yetkili makamda bulunan din adamıdır.
Metropolit, Hristiyanlıkta piskopos veya başpiskopos. Ortodoksluk'ta: Yunan Kiliselerinde Başpiskopos ile Piskopos arasında bir unvanken, Slav Kiliseleri'nde ve Antakya Patrikliğine bağlı kiliselerde Patrik ile Başpiskopos arasında bir unvandır.

Metropolitin bulunduğu ve işlerini idame ettiği kuruma da “Metropolitanlık” denir.

Türkiye’deki Ekümenik Patrik 'in ve Sen Sinod 'un (Yüce Meclis) üzerlerinde direkt otoritesi, (tayin ve azil hakkı ) olan baş episkoposluk, metropolitlik ve diğer kurumlar şunlardır:

Türkiye'de  İstanbul                                  Baş episkoposluğu         (Bartolomeos'un kendisi), Kadıköy                                 Metropolitliği,  Tarabya                                  Metropolitliği,  Adalar                                    Metropolitliği,  Gökçeada ve Bozcaada        Metropolitliği;


Kadıköy’de, bu Metropolitliğe bağlı toplam 11 kilisenin 400 kişi civarı cemaati kalmış.

( Kadıköy’de 1964 sürgünü öncesi 20 bin Rum yaşardı…“1964 ’te 13 bin Yunanistan pasaportlu kişi sınır dışı edildi. Bu sınır dışı olayı Kıbrıs ’taki olaylar sonrası oldu. 
13 bin kişi gitmiş ama onların aileleriyle birlikte iki ayda gidenlerin sayısı 50 bini bulmuş. 

O tarihlerde ilkokuldaydım ve bir sabah okula geldiğimizde bazı rum arkadaşlarımızın yokluğunu hemen farketmiştik…sonra esnaftan ve komşulardan da gidenlerin olduğunu gördük..Bir gecede Kadıköy boşalmıştı adeta..
sonradan öğrendiğimiz üzere Yunan pasoportluların 24 saatte ülkeyi terk etmesi istenmiş )




12 Aralık 2018 Çarşamba





MISIR ÇARŞISINDAKİ TARİHİ MEKAN : PANDELİ

Pandeli Restaurant  Mısır Çarşısının Eminönü kapısı girişinde hemen sol tarafta dar bir menfez içinde merdivenler ile yukarı çıkılan Mısır Çarşısı kapısı kemeri üzerinde benim tabirimle “ Yemekli Vagon “ gibi hoş bir yer…Bir tarafındaki pencerelerden Eminönü , diğer tarafındaki pencerelerden Mısır Çarşısı içi gözüken kendine has otantik bir mekan….

2015 yazında Pandeli 'nin Ustası olan Cemal Bey ’in damadı  olduğunu öğrendiğim       Naşit Aydınhan ile mekanda yaptığım görüşmede kapanmak üzere olduğunu öğrenmiş oldukça üzülmüştüm bu tarihi mekan için…Benim de birkaç kez muhabbet mekanı olarak damak zevkine ve keyfine vardığım bu , oldukça tarihi mekanın kapatılacak olması üzücüydü….2016 yılında beklenen olur ve Pandeli kapanır.
Neyse ki şimdiler de müteşebbisler tarafından aynı tarz ve havada tekrar açıldığı haberleri çıktı da bu tarihi mekanı genç nesillerde görebilecek …


Pandeli, Niğdeli bir Rumdur. 1900 yıllı başında İstanbul’a göç eder ve Mercan Yokuşu’nda seyyar bir arabada piyazcılık yapmaya başlar.Daha sonraları Çukur Han ‘da bir barakada bir köfteci dükkanı açar..                                                                                                                               (( 9. yüzyıl Anadolu’nun her bir köşesinde gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının bulunduğu bir zaman dilimiydi. Bilinenin aksine, kadim şehirlerin bu eski ahalisinin her biri köşe başlarını tutmuş sarraflar gibi varlıklı kimseler değildi. Niğde’de çoban, İstanbul’da gümrük hamalı bir babanın oğlu olan Pandeli de kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bu insanlar arasındaydı. Çocukluktan gençliğe geçişinde bulaşıkçılık, berber ve bakkal çıraklığı gibi işler yapmıştı. Bir süre Bahçekapı’da Hacı Haralambos’un lokantasında çalıştı, bir süre de Mısır Çarşısı’nın arkasındaki Mercan Yokuşu’nda seyyar bir arabada piyazcılık yaptı. İlk köfteci dükkânını Çukur Han’da açtıktan sonra dört beş kez yer değiştirdi. ))
Bu mekan da Atatürk ‘ün Kolağası olduğu dönemlerde müdavim olarak bulunmuş olması da mekana ayrı bir tarihi özellik katmaktadır..                                                                             (( 1910’lu yıllarda genç bir Kolağası olan Mustafa Kemal de Pandeli’nin köftelerini tadanlar arasında yer aldı. Asker maaşlarının sürekli aksadığı bu yıllarda, aralarında gelişen dostluk sayesinde genç zabitin para sıkıntılarını bilen Pandeli ona “Aybaşında verirsin beğumi” diyerek bir veresiye hesabı açmıştı. Yıllar sonra Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal olarak dükkânına geldiğinde hesabı ödemek isteyince yine “Aybaşında verirsin beğumi” diyerek naif bir şakayla yemekleri ikram etti. Atatürk de bu tatlı jeste aynı üslupla karşılık vererek “İşte bu yüzden seviyorum bu kafiri" demişti.)) 
Birinci Dünya Savaşı’nın İstanbul’unda, Pandeli’nin “Hamal Lokantası” na, dönemin entelektüelleri; gazeteciler, şairler, yazarlar ve politikacılar gitmeye başlar.
((Bedel ödeyerek, I. Dünya Savaşı’na katılmadı; 1920’lere kadar kıtlık, yokluk ve işgallerle mücadele etti. )) O yıllarda ; (( Yusuf Ziya Ortaç, Pandeli müşterilerini şöyle sıralıyordu: “Hüseyin Cahit (Yalçın), Necmeddin Molla, Orhan Seyfi (Orhon), Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmed Haşim… Şimdilere Pandeli’ye Alman profesörler dadanmışlar…” ))
(( Pandeli Lokantası 1940’lar itibariyle İstanbul’un namlı lokantaları arasına girmişti.
1950’lere gelindiğinde Celal Bayar, Adnan Menderes, Fahrettin Kerim Gökay gibi idari mülki erkândan isimler; Ağa Han, Von Papen, Venizelos, Finlandiya Kralı, İspanya Kralı gibi diplomatik konuklar Pandeli’nin müşterisi olmuştu ))
 2. Dünya Savaşının bitmesiyle kötü güler sonrası tam rahatlama sürecindeyken, bu sefer de 6-7 Eylül olayları sırasında Pandeli ’nin lokantası da yağmalanıyor. Ve Pandeli kapatma kararı alır.
Mesleği bıraktığını gazete manşetlerinden öğrenen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakanı Adnan Menderes, meşhur ustayı ikna ediyor ve Mısır Çarşısı girişindeki üst kat mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olmak üzerePandeli Lokantası” na devlet emriyle tahsis edilir. Bunun üzerine Pandeli Usta, oğlu Hristo ile birlikte hem Hamal Lokantasını hem de yeni yerini işletmeye koyulur.
1958 yılında şehircilik çalışmaları esnasında Yağcılar İskelesi’ndeki lokanta yıkılınca, Mısır Çarşısı girişindeki Pandeli Lokantası bu tarihten itibaren Eminönü’ndeki geleneğin yegâne temsilcisi oluyor. 
1967 yılında Pandeli yaşama gözlerini yumunca, lokantanın işletmesini Pandeli’nin oğlu Hristo Çobanoğlu ve çocuk yaşta lokantada işe başlamış Cemal Biberci üstleniyor ve restoran günümüze kadar geliyor.


Türkiye’nin ilk turizm belgeli restoranı olan Pandeli İstanbul’a gelen dünyaca ünlü isimleri konuk eder. Türk mutfağını dünyaya tanıtan, yemeklerini sevdiren ilk restorandır da aynı zamanda.
 Pandeli 115 yıllık ( 1901 – 2016 ) tarih yolculuğunda birçok ünlü ismi ağırlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk , Kolağası olduğu zamanlarda en çok Pandeli’ye gelirmiş. En sevdiği lokantaymış. Celal Bayar, Kraliçe II.Elizabeth,                              İspanya Kralı Juan Carlos ve Kraliçe Sofia,  Robert McNamara,  Robert De Niro,    Tony Curtis, Madaleine Albright ve Robert Redford gibi isimler de Pandeli’ye gelenler arasında imiş.....

                                                                                                                                                            ( Pandeli her gün 11.30 – 19.00 saatleri arasında açık. 
Akşamları ise ancak özel davetler, etkinlikler olursa kapılarını açacakmış...)

6 Haziran 2016 Pazartesi

TÜRKİYE 'DE İLK BÜYÜK İŞÇİ OLAYLARI ( 15 – 16 Haziran 1970 )

İSTANBUL 'da 15 – 16 Haziran 1970 işçi olayları :




12 mart 1970 askeri muhtırası konusu açıldığında aklıma 15-16 Haziran 1970 işçi olayları gelir. 
Bu olaylar benim hayatımda yaşadığım ilk büyük toplumsal olaydı. Türkiye içinde ilk ve tek büyük işçi hareketi olmuştur.

Benim doğdum yıldan 31 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu, Atatürk öleli 16 yıl, İkinci dünya savaşı biteli 9 yıl geçmiş, Kore savaşı 1 yıl önce sona ermişti. ( bu arada bayağı eski sayılırım herhalde )
Boğaza buz kütlelerinin geldiği,  6-7 eylül olaylarının olduğu günlerin taze anılarını dinler , 1960 ihtilalini duyardım. 1961 idamlarını hatırlıyorum. Hayat mecmuasından takip etmiş , radyolardan dinlemiştim.
1968 dünya gençlik hareketlerini gazetelerden takip etmiş , Türkiye deki 6.filo olaylarını yerinde görmüş ve yaşamıştım. Ama 15-16 Haziran 1970 işçi olayları ;  içinde olduğum , an ve an yaşadığım büyük kitlesel bir olaydı.

12 Mart Muhtırası ertesindeki gelişmeler sonrası , Toplu iş Sözleşmesi , Grev ve Lokavt Yasası ve de Sendikalar Yasası 'nde yapılan düzenleme ve değişikliklerle işçilerin  " sendikalı olma ve sendika seçme özgürlükleri " kısıtlanmış oldu...Ve huzursuzluklar başladı pek çok fabrika ve iş yerinde !
Nihayetinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay 'ın onayı ile yasa 11 Haziran 'da yürürlüğe girdi. Bu yasa tamamen Türek-İş 'ten DİSK 'e işçi transferinin önlenmesini amaçlıyordu.

O yıl , Otosan ‘da öğrenci- çalışan olarak 2 nci dönem yılımdı. 
Ve o yıllar Süleyman Demirel ' in " yollar yürümekle aşınmaz " dediği yılların takip ettiği yıllardı.....
15 haziran günü pek çok iş yerinde işçilerin protesto direnişi yaptığını, işi bıraktığını  Anadolu yakasında ve karşı yakada yürüyüşler yapıldığını duyduk. İşçiler , kendi aleyhlerine olduğunu söyledikleri çıkartılan kanunları protesto etmek için gösteriler yapmışlar ve yapmaktaydılar.
Olayların ilk günü olacak olan 15 Haziran 1970 akşamı bakanlar Kurulu o geceden itibaren 60 gün süre ile " sıkıyönetim " ilan etti...

Olayların 2 nci günü yani 16 Haziran 1970 günü , sabah iş başı yapıldığında tüm işçilerin yürüyüşe gideceği , iş yerinin izin verdiği söylendi ve işçiler bahçede toplandılar. 
Yanlış hatırlamıyorsam yönetici ( Ahmet Binbir bey olabilir ) işçilere nasihat ve itidal konuşmaları yaptı . İşçilerin Otosan ‘ı layıkıyla temsil edeceklerini beklediği mealinde bir söylevdi hatırladığım kadarı ile….  Ben de yürüyüşün Kartal’a doğru D750  ( E5 ) üzerinde olacağını duyunca hem gezme olsun hem de çoşkulu kalabalığın duygularına ortak olma yapılan haksızlığı protesto etmek amacıyla onlara katıldım ve yola çıktık. Tam bir piknik havasında marşlı şarkılı bir gezi idi.  Sanırım Bostancı tünelini ( o zamanlar Ankara asfaltı dediğimiz E5 altıntepede tünelden geçiyordu. Şimdilerde yan yol oldu  ) ve K.Yalı ‘yı geçtikten sonra dinlenme molası verilmiş yolun sol tarafında küçük bir vadiden su falan içmiştik. Yollar tamamen kesilmiş karşı taraftan gelen araçlardan da işçileri tesci edici tezahüratlar yapılıyordu. Yolda bize Java , Otoyol, Singer , Dragos Tekel işçileri ve benzeri fabrika işçileri de katıldılar.         ( O zaman grup biraz agresif olmaya başlamıştı. )
Gidilen yer Kartal Soğanlık denilen yerde Pendik istikametinde yolun solunda kalan ve Süleyman Demirel’in kardeşi olduğu söylenen Ali Demirel’in fabrikası HAYMAK idi. Haymak işçileri Grev yapmışlar ve işveren  " Grev kırıcı "  çalıştırıyormuş ! 


 


Burada toplanılıp protesto yapılacak oradan da geri dönülecekti benim bildiğim kadarıyla. 
Haymak önüne geldiğimizde on binlerce işçi olmuştu. Saat 13 ya da 14 idi. Öğlen molası verilmişti . Otosan , kendi işçilerine kasalı bir transit ile köfte ekmek göndermişti Otosan’ dan.
Bir an bir uğultu oldu Pendik tarafından Gebze ‘den yola çıkan ( içlerinde Arçelik fabrikası işçilerinin de olduğu) büyük bir işçi grubu geliyordu. İki grubun birleşmemesi için araya asker girdi. Süngü takılmış tüfekleri ellerinde , hafif aşağı eğilmiş vaziyette duruyordu. Önde kadın işçiler Türk Bayraklarını kendilerine siper ederek koşmaya başladılar, asker çaresiz çekildi ve iki grup kucaklaştı. Şarkılar , protestolar ,bağırışlar , sloganlar derken , o an bir iki el silah sesi duyuldu ! 
Bağırış çağırış …… “Ali Demirel’in grev kırıcı adamları arkadaşları vurdu “ sesleri arasında o binlerce işçi galeyana getirildi ve Haymak’a saldırdılar. 




Otosan işçisi karşı tarafta öğlen yemeğini yemekte idi.  Fabrika birden talan edildi, kırıldı döküldü. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Olaylar yatıştıktan sonra Avrupa yakasında ‘da olaylar olduğu tüm işçilerin Taksim’de buluşmak üzere yola çıktığı söylendi. On binlerce işçi ( sonradan 70 bin telaffuz edildi ) Ankara asfaltından Kadıköy ‘e doğru yürüyüşe geçti. Yollarda araçlar kenara park etmiş , yolcu otobüslerinden işçilere sular verilmeye başlanmış , trafik tamamen işçilere terk edilmişti yolda…. Maltepe Tugay yolundan yürüyüşle Bağdat caddesine çıkıldı. Halk evlerine bayrak asmaya başladı. Oradan bize ( kerhen ) destekler, işçilerden oraya kötü sözler… 
Derken Kızıltoprak üzerinden Fenerbahçe Stadı önünde Yoğurtçu köprüsü önüne gelindi. ( yalnız burada şunu belirtmeden edemiyeceğim işçilerin çoğu iş tulumlu idi bizimkilerde de arkada Otosan yazıyordu ancak arada işçi olamayacak kadar farklı görüntüde adamlar ve gençler de vardı ) . 
İşçilerin amacı , Kadıköy iskelesinden vapurlara binmek, bir grupta Haremden karşıya geçmek Avrupa grubu ile buluşmaktı sanırım. 



İşte ne olduysa burada oldu ! Köprü üstüne barikat kuran Fruko ‘lar  ( o zamanlar  biz öğrenciler “ fruko “ şişesine benzettiğimiz toplum polisine öyle derdik. Fruko kamyonetine yandan konan fruko kasaları gibi yan tarafta yana doğru bakar pozisyonda oturdukları kamyonları vardı. O beyaz şapkaları ile tıpkı fruko şişesi gibiydiler ! ) 
İşçileri engelleyip dağıtmak istediler ve büyük bir arbede yaşandı. Hatta köprü üzerinde bir polis kamyonu içindekilerle beraber devrildi . Polisler Kurbağalıdere’ ye düştüler mi bilmem. Bir otobüste ateşe verildi. Polis silah kullandı yaralananlar oldu ortalık karıştı. Fakat polis Altıyol ‘a oradan da Kadıköy iskelesine doğru kaçtı. İşçiler de arkadan….İskele meydanına doluşuldu. Vapurlar , deniz taşımacılığı durdurulmuştu. Rıhtıma doğru dönmek isteyenlerin karşında asker vardı. Tam kaymakamlığın önünde idim. Çarşıya doğru olan ortadaki parkta! Büyük bir kargaşa vardı. Polis Kaymakamlığın üstünden mevzilenmişti. O zamanlar Kadiköy Emn. Md.lüğü kaymakamlık binasının alt katında yan tarafında idi ve arabaları da orada idi. Bir iki araç ters çevrildi falan. Asker geldi park ile iskele otobüs durakları arasına ana yola yerleşti. Safta dizildiler. İşçiler “ordu – işçi el ele “ sloganı atmaya başladılar. Albay olduğunu sandığım bir subay megafonla dağınılmasını istedi. Olaylar tırmandı asker havaya ateş etti karışıklık oldu , ancak polis işçilere ateş etmeye başladı ve kan gövdeyi götürdü. Subaylar askerin ateş etmemesi için uğraştı. Asker hep havaya ateş etti. Ben işte o anda çarşının oradan Osmanağa cami önünden kaçmaya başladım. Asker ve polis işçi avına çıkmıştı. Kaçan kaçana ! Yalı Çiftliğinin sokağından “ Aynalı fırına “  girip saklandım. Silah sesleri geliyordu. Saat 19 – 20 civarıydı. Beni fırıncılar epey tuttular orada. Çay ve kuru pasta verdiler. Akşam olunca eve gittim.


( Sonradan öğrendiğimde 3 işçi 1 polis bir de Fenerbahçe işkembecisi sahibi ölmüş.)
Aynı saatlerde Avrupa yakasındaki işçilerin Taksime geçmemesi için her iki haliç köprüsü açılmış.
Anadolu ‘dan gelecekler ise Kadıköy – Üsküdar ve Harem civarında durdurulmuşlardı.
Akşam sıkıyönetim ilan edildi. İstanbul ve Kocaeli yönetimi askere devroldu.

Ertesi günü Otosan’a gittiğimde ( sonradan öğrendiğimize göre tüm fabrikalarda da olduğu üzere ) fabrika asker tarafından kuşatılmıştı. Hatta bir de tank vardı otoparkın oradaki dış kapının önünde ! İş başı yaptıktan sonra asker ve sivil polisin soyunma odalarında arama yaptığını duydum. Daha sonraları bazı işçiler işten çıkarıldı galiba.
Anadol şanzıman toplamada bir deli Varol dedikleri işçi vardı o da yok olmuştu !


Ancak, Otosan işçisi tüm bu olaylarda hiçbir zaman  aktif rol oynamadı. Çoğu işçi Kadıköy civarından evlerine doğru gittiler. İşçilerimizin büyük çoğunluğu Hasanpaşa, Fikirtepesi, Göztepe, Acıbadem, Kadıköy ‘de otururlardı. Hepsi çok önceden dağılmışlardı. 
O zamanlar Otosan’da 4-5 servis otobüsü vardı. ( bir de mavi renkli Manda arabası dedikleri Otosan imalatı otobüs vardı ) Onlarda o zamanlar köprü olmadığı için fabrikanın önünden direk E5 e çıkar ve bir Acıbadem , bir Üsküdar , bir Göztepe bir de karşıya Hasanpaşa’ ya geçerlerdi.

Tabii daha sonra DİSK ve DİSK 'e bağlı sendikaların çoğunun yöneticileri Sıkı Yönetim Mahkemelerince tutuklanarak yargılanıp hapse atıldılar.

CHP Anayasa Mahkemesine başvurarak , konu yasanın iptalini sağladı ama iş işten geçmiş ok yaydan fırlamıştı.....Hızla 12 Mart ' a ilerliyorduk !






NOT : Aşağıdaki yazıda ; benim daha önceleri bu yazımı “ Otosan Grubumuz “da paylaştığım zamanda Otosan ‘lı bir bayan arkadaşımın yaptığı yorum var ! Aynen aktarıyorum…….

** - Arkadaşım kalemine sağlık. Olayları çok net ve çok güzel anlatmışsın. Beni de 1970 yıllara götürdün. O olayları ben de Kadıköy’de yaşadım.
O gün sabahtan yarım gün izinliydim. Öğlen saat 12.00 gibi işe gitmek için Üsküdar'dan Kadıköy otobüsüne binmiştim. Haydarpaşa Numune hastanesi önüne geldiğimizde trafik tıkandı . Herkes otobüsten inmeye başlayınca ben de indim ve herkes gibi yürüyerek iskeleye doğru yürümeye başladım. Yürüdükçe bir anormallik olduğunu hissetmeye başladım. Akın akın insanlar iskeleye yürüyordu. Kamyonların üzerinde Üsküdar Reci sigara fabrikasının işçileri ve ellerinde pankartlarla slogan atıyorlardı. İskeleye geldiğim de şimdiki Haldun Taner Tiyatrosunun olduğu yerde sebze hali vardı ( sebze meyve kasaları dışarıda üst üste dururdu). Tüm sebze ve meyve sandıkları işçiler tarafından talan edilmiş meyve sebzeler yerlere saçılmış vaziyetteydi. Süngülü askerler orada siper almış bekliyorlardı. Kadıköy mahşer yeri gibiydi.. Elleri sopalı adamları ve kaçışan insanları görünce ben de kaçmaya başladım ama nereye gideceğimi bilemiyordum Otobüsler çalışmıyordu. Aklıma birden vapura binip karşı tarafa geçmek geldi ama vapurlar da çalışmıyordu. İnsanların çoğu vapur iskelesine sığınmışlar fena olanlar, bayılan insanlar çoğunluktaydı. 2 yolcu vapuru iskeleden birkaç metre açıkta içinde yolcularla bekliyordu. O arada aklıma fabrikaya telefon edip durumu izah edip gelemiyeceğimi söylemek geldi. Vapur iskelesindeki jetonlu telefonla fabrikayı aradım. Kulakları çınlasın T……. abla (T.S) sakın gelme burası da çok karışık işçi yürüyüşü var , panzer falan geldi deyince olayın vahametini daha da iyi anladım. Aklıma ilk gelen Moda’da bir akrabama gidip olaylar yatışıncaya kadar orada zaman geçirmek oldu. Akşam üstüne kadar orada zaman geçirdim. Daha sonra olaylar yatışmıştır diyerek oradan ayrıldım ama maalesef olaylar hala devam ediyordu….
Tüm dükkanlar kepenklerini indirmiş ve bayraklar asmışlardı. Bahariyeden altıyola inmek mümkün değildi. Bağrışmalar, koşuşmalar, askerler, silah sesleri, yaralananlar falan çok ürkütücüydü. Eve gidebilme yolları arıyordum. Zor şartlar altında çarşıya inebildim ama daha kötü bir kargaşanın içinde buldum kendimi. Ne yapacağımı bilemezken birinin kolumdan tuttuğunu hissettim o an çok korktum dönüp baktığımda kolumu tutanın Kadıköy’de çarşı için de eczaneleri olan ilkokul arkadaşım olduğunu görünce sanki dünyalar benim oldu “burada ne işin var” dedi ve beni hemen eczanelerine aldı. Bir sürü insan oraya sığınmıştı. Çok yaralı vardı . Birkaç yaralıyı da pansuman yapılması için oraya getirenler oldu. Fenerbahçe işkembecisinin vurulduğunu da orada öğrendim.
Daha sonra saat 19.00 gibi arkadaşımla birlikte zor şartlar altında ara sokaklardan Acıbadem yoluyla yürüyerek evimize ulaşabilmiştik. 70 işçi hareketi benim de hayatım boyunca unutamadığım bir olaydır ! **






Tüm bu olaylar sonrası ; 
15-16 Haziran olaylarından yaklaşık 9 ay sonra …… Yıl 1971..... 12 Mart muhtırası verildi. İstanbul ‘da hala sıkıyönetim devam ederken ....Faik Türün İstanbul sıkıyönetim komutanı……. Başbakan ‘da Nihat Erim iken .

( Faik Türün daha sonraları 12 mart döneminin işkencelerinin yapıldığı “Ziverbey Köşkü” ile anılır. Nihat Erim ‘de Dev-genç ‘in ölüm listelerine girmişti ve çok sonraları öldürüldü.)